26 Ekim 2014 Pazar

Eyvah 40 - Ayşe Kardeşoğlu



Çok sevgili arkadaşım Ayşe Kardeşoğlu'nun ikinci kitabını uzun zamandır bekliyordum aslında. Planlama ve yazım sürecinde sürekli haberdardım. Ve gururlanarak söyleyebilirim ki, yazımı bittiğinde taslağı ilk okuyanlardan biri oldum. Değerlendirmemi ilk kitapla kıyaslayarak yapacağım.

Şöyle ki, ilk kitap bir sürü niteliği bünyesinde barındırıyordu. Hem eğlenceli hem hüzünlü, hem sevimli hem acımasız, hem gerçek dışı hem hayatın ta kendisi. Son yıllarda baskın olan moda dünyası kalıplarına karşı çıkan bir duruş sergilenmiş, ben bunu hissettim. Nedir bu kalıplar? İşte kadın dediğin 20'li yaşlarda olmalıdır, 36 beden olmalıdır, 15 cm sivri topuklu giymelidir, ama emanet gibi giymemelidir, sürekli jilet gibi giyinmelidir falan filan. Ki bunlar benim tamamen karşı çıktığım dayatmalar oldu her zaman. Yahu ikiyüzlülüğün ne âlemi var? Hepimiz kadınların sabah kalktıklarında neye benzediklerini biliyoruz az çok. Nedir bu kasıntı? İşte bunlar hep moda dünyası dayatmaları. (Özellikle de o Kate Moss olacak kazulet acûze yüzünden, çok çınlattım kulaklarını.)


Eyvah 40 bu dayatmaların hemen hemen hepsine karşı duran bir duruş sergilemekte. Kadın 40'ını geçtiyse ne olmuş yani? Güzelliği mi azalmış? Çekiciliğinden bir şey mi kaybetmiş? Tabii ki de hiçbir şey kaybetmez. Ayşe kitabında bunu anlatmış tam olarak. Kâh sevimli bir dille, kâh acımasız bir dille. Ve "Kadının en büyük düşmanı yine kadındır" tabirini çok güzel betimlemiş, çok beğendim.

 Yine ilk kitabı gibi Eyvah 40 da pazar günü evde dinlenirken rahatça okunabilen, akıcı üsluplu, eğlenceli güzel bir kitap olmuş. Rafınızda bulunsun efenim, edinin, okuyun.

26 Mart 2012 Pazartesi

Açlık Oyunları - The Hunger Games (2012)

Uzun bir savsaklama döneminden sonra efenim, tekrar başlıyorum değerlendirmelerime. Dönüşü The Hunger Games ile yapmak iyi olur diye düşündüm.

Her zamanki gibi oyuncularla başlayayım. Başrolde Katniss Everdeen rolünü Jennifer Lawrance almış. Kendisi benim hatırımda X-Men - First Class'daki Mystique rolüyle yer etmiş. Karaktere ise cuk oturmuş. Peeta Mellark rolünde ise Josh Hutcherson var. Ki hiç olmamış. Çünkü kitabı okuyanların da hak vereceği gibi, Peeta rolünde daha çocuksu ve yumuşak yüz hatlarına sahip bir oyuncu gerekliydi. Gale Hawthorne rolündeki Liam Hemsworth çok başarılı bir seçim olmuş. Baş oyun kurucu rolündeki Seneca Crane'i de Wes Bentley canlandırıyor. Ghost Rider'daki Blackheart rolüyle hatırlatıyor kendisini. İtiraf etmeliyim ki filmdeki sakalının şeklini çok kıskandım. President Snow rolünün gereğini verebilecek birkaç oyuncudan biri Donald Sutherland, yerinde bir seçim olmuş. Daha fazla ayrıntı üzerinde durmaya gerek yok, sadece diğer yan rollerin hemen hemen hepsinin tatmin edecek kadar yerli yerinde olduğunu söylemek yeterli.

Gelelim konuya. Bir kitabın uyarlaması olmasaydı eleştirecek yönleri çok daha az olurdu tabii ki. Ama ne yazık ki bu film bir uyarlama ve birkaç noktasını çekiştireceğim.

İlk olarak mıntıka belediye başkanının kızı Madge filmde yok. Bildiğin yok. Neredeyse tüm isyanın sembolü olan ve filmin tüm afişlerinde kendini gösteren broşun ortaya çıkışı cidden çok saçma olmuş. Ve eğer diğer kitapları da devam olarak çekeceklerse Katniss'in diğer mıntıkalarda isyan çıkmış olduğunu nasıl öğreneceğini merak ediyorum. İkincisi Peeta oyunlarda çok silik kalmış. Ve birbirlerini bulduktan sonra senaryo haldır huldur ilerledi, "hadi yeter, artık bitirelim filmi" havası sezilmekte. Ayrıca muttalar kitapta okurken gözünüzde canlandırdığınızdan çok çok farklılar. Rottweiller boyundaki ingiliz bulldog'ları gibi olmuşlar. Çok dandiklerdi. Son olarak da biraz daha ekşın olsa iyi olurdu sanki. Şunu da eklemeden geçmeyeceğim, bazı sahnelerde -sanırım- çekimin gerçekçi olması için insan gözünden çekim yapılmış. Yani Kameraman almış omzuna kamerayı, hoplaya zıplaya koşturmuş çekerken, önünden birsürü insanlar geçmiş, biraz abartılmış, göz yorucu olmuş.

E bu kadar eleştirdik, kıl yün tüy dedik. Güzel yanları yok mu bu filmin? Var tabii ki. Dediğim gibi, uyarlama olmasaydı muttaların dandikliği haricinde bir eleştirim olmazdı. Güzel yönlerinden en çarpıcı olanı Capitol insanlarının sıradışılığı. Saç renklerindeki, makyajlarındaki abartılı pastel renkler, değişik operasyonlarla kendilerine verdikleri değişik şekiller ve abes giyimleri gerçekten çok hoş olmuş. Görsellerin doyuruculuğu beklentileri karşılıyor. Ama emin olunabilecek bir nokta var. Uyarlama bir film izlerken The Last Airbender'daki fiyaskoyu yaşatmıyor. Çok imkansız gibi görünen, ama aslında gayet de mümkün bir geleceğe dair bir film olmuş. İzlemenizi tavsiye ederim efenim.

29 Eylül 2011 Perşembe

Aldatılmak Güzeldir - Ayşe Kardeşoğlu


Evet, başlayalım. Bu kitabı aslında çok geç keşfettiğimi belirtmeliyim. Zira yerli yazarlara karşı bir önyargım olduğunu söyleyebilirim. Ancak derin bir saygı ve hayranlık duyduğum Ayşe'nin bir kitap yazdığını öğrenir öğrenmez koştum gittim aldım. İlişkiler konusunda öğrenebildiğim her şeyi öğrenmeye hevesli oluşum ağır bastı acele etmemde. Ve beklediğim gibi yeni bir şeyler öğrendim.

Değerlendirmeye gelirsek, kapağındaki ufak açıklama öylesine yazılmamış. Gerçekten sorgulayıcı, cesur ve kışkırtıcı. Kitap aldatma, aldatılma, bunların iki taraflı sebepleri üzerinde durmuş daha çok. En başında aşkı ve evlilik sorgulanmış. Bu kısım çok önemli bence, üzerinde dikkatle durulmalı. En çok eğlendiğim kısımlar ise erkeklerin aldatma belirtilerinin, bahanelerinin, saçma sapan açıklamalarının ve kadınların bu belirtilerden çıkarabilecekleri sonuçların anlatıldığı bölümler. Çok eğlendim, güldüm. Ancak bazı örnekler var ki erkeklerin pişkinliklerine hayret ettim. Buradaki örnekler öylesine kafadan uydurulmuş örnekler değil. Ve Türk erkeği çeşitleri ve bunların özelliklerini birkaç kez tekrar tekrar okudum. Porsche görünümlü Şahin örneğine kahkaha attığımı itiraf etmeliyim. En önemli bölüm ise aldatılması garanti olan kadın tiplemelerinin anlatıldığı kısım. Tabi bazıları çok uç örnekler olmuş ama hiç olmayacak şeyler değiller. O kısmı ciddi ciddi düşündürücü olarak buldum. Sonlarda ise aldatılmış olmanın dünyanın sonu olmadığı medyatik örnekler de hatırlatılarak ayrıntıyla açıklanmış.

Sadede gelirsek insanlığın varoluşundan beri -Adem ile Havva hariç, zira aldatmak için bir üçüncü yoktu- insanlıkla birlikte var olan aldatma olgusunu çok çok sevimli ve eğlenceli bir üslupla anlatmış. Kendi tabiriyle pazar öğleden sonrasında geç kahvaltı sonrası çayla okunacak veya şezlongda okunacak güzel ve akıcı bir kitap olmuş. Kadın - erkek ilişkileri konusunda herkes kendini yeterli derecede bilgili olduğuna inandırmıştır, ancak herkesin bu kitaptan öğrenebileceği birkaç şey eminim vardır. Alınız, okuyunuz efenim.

27 Aralık 2010 Pazartesi

Gorillaz - The Fall

Efenim, Gorillaz daha 2 gün önce yeni albümünü çıkardı taze taze. Hemencecik indirdim. Ama korsana hayır tabi ki, bunu silip orijinalini alıcam.

İlk şarkıyı açtığımda şaşırdım önce. Phoner to Arizona adlı parçaları eski albümlerinden birinde de olan 911 adlı şarkının ta kendisi çıktı. Sonra korktum. Şarkıların tamamının farklı adlarla yeniden albüme konmuş olabileceğinden korktum. İkinci şarkıdan sonra bu korkumun yersiz olduğunu gördüm.

Şarkılar özlediğimiz Gorillaz tadında. Diğer yazımda da belirttiğim gibi the Snake in Dallas çok tatlı bi şarkı olmuş. Aynı şekilde Aspen Forest da çok güzel. Bu arada unutmadan ekleyeyim. The Joplin Spider adlı olan da Massive Attack'ın bi şarkısı. 100th window albümündendi yanlış hatırlamıyor isem. Araştırmadan kendi tahminimi yürüteyim, sanırım Damon Albarn'ın Massive Attack'a konuk solistlik yaptığı bi şarkı olsa gerek bu.

Sonuç olarak efenim hararetle tavsiye ediyorum, edinin, dinleyin. Plastic Beach hayal kırıklığından sonra eski albümlerin tadını yakalamışlar.

5 Aralık 2010 Pazar

Kızıla Boyalı Saçlar


"..Sefil düşünceler ve küçüklükler arasında kaybolup, hayattaki büyük sırrı çözemedik, soru da cevapsız ve acımasız kalakaldı : Nasıl yaşadın, neden öyle yaşadın, neyi yapabilecekken yapmadın, başka bir yol, başka bir anlam arıyordun, yanlış zilleri, yanlış kapıları çaldın, yanlış yollara saptın, anlış insanları sevdin, yanlış yataklarda uyudun, yanlış evlerde yaşadın. Neden hayal ettiklerini, düşündüklerini bu kadar küçümsüyorsun?.."

" Ben size yeni ufuklar açtım ama öyle salaksınız ki, bu ufukları göremediniz. Kuzen, ben geleceğe aitim. Bunu söyle onlara. Sen bir şeyler anlamışsındır ama onlar ümitsiz vaka. Bunu söyleme onlara. "

Yunan yazar Kostas Mourselas'ın şaheseri gerçekten çarpıcı, yıkıcı olmuş. Neredeyse kendi kendinizi sorgulamaya mecbur bırakıyor. Ağır bir solculuk havası seziliyor. Kahramanların hemen hemen hepsi ideolojilerine sıkı sıkıya bağlı olan saf solcular. 40'lı 50'li yıllarda Yunanistan'ın ne kadar berbat bir yer olduğu da açık şekilde betimlenmiş. İnsan ilişkileri konusunda ağır dersler veren bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

13 Ağustos 2010 Cuma

Tekken

Hep hoşuma giden filmleri yazacak değilim ya. Bu sefer de ağır hayal kırıklığına uğradığım bir uyarlama filmden bahsedicem. Gerçi Tekken'den ne kadar çekici bir senaryo çıkarılabilirdi bilinmez. Ama bu kadar da kötü olmasaydı yahu.

Nerden başlayayım bilemedim. Konu saçma sapan, yerlerde sürünüyo. Direk oyunculara geçeyim en iyisi.

Oyunculardan ikisi hariç hiçbiri tanıdık gelmedi bana. Uzakdoğuda geçen filmlerin klasik kötü adamı Cary-Hiroyuki Tagawa var Heihachi rolünde. Makyaj çok başarılı, çok benzemiş. Zaten filmde başarılı bulduğum 2 şeyden biri makyaj ve kostümdü. Diğeri de oyuncu seçimi zaten. Tanınmamış oyuncular seçmişler ama oyundaki karakterlere en iyi oturan oyuncuları seçmeye gayret etmişler. Neyse. Boksör Steve Fox rolünde de fantastik filmlerde acıklı hikayesi olan -mecburen- kötü adam rollerinden hatırladığım Luke Goss var. Blade 2'de Nomak ve Hellboy 2 : The Golden Army'deki Prince Nuada rolleri en bilinen oyunculukları. Daha doğrusu benim aklımda kalanlar. Christie Monteiro rolündeki Kelly Overton ise bir tv oyuncusu. Neredeyse tüm dizilerde bir ya da iki bölüm oynamış. Filmdeki kostümleri gerçekten kışkırtıcı. Başrolde Jin Kazama rolündeki (ne alaka Jin başrolde?) Jon Foo ise daha önce bilinen bir filmde göz önünde rol almamış. Batman Begins'de figüranlığı var dikkat çeken.

Daha da uzatmak istemedim. Dediğim gibi makyaj-kostüm ve oyuncu seçimlerinin oyun karakterlerine oturması haricinde berbat bir film. Hele de Tekken seviyorsanız hiç izlemeyin derim.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Alice in Wonderland

Aslında şu hani bazılarının takık olduğu Tim Burton amcayı pek sevmem.Filmleri abartılı gelir gözüme,samimiyetsiz bulurum.Sevdiğim birkaç filmi vardır.Big Fish,Mars Attacks,Planet of the Apes gibi.Çoğu filmi gereksizdir gözümde.Ama bu filmi gerçekten beğendim.

Konu bildiğimiz,çocukken hepimizin okuduğu kitapla örtüşmekte.Artemisia'nın da dediği gibi bazı karakterlerin üzerinde gerektiği kadar durulmadığını düşünüyorum.Tamam, Tim Burton yeterince hayalperest olabilir.Filmi yapmadan önce belki bin kez kitabı okumuştur,ezberlemiştir.Ama sanki kitabı okuyan çocukların Wonderland'i ve karakterlerini hayallerinde nasıl canlandırdıklarını araştırsa daha verimli olabilirdi.En azından ben olsam öyle yapardım.

Kadroya baktığımızda Tim Burton biricik karısı Helena Bonham Carter'ı Red Queen rolünde oynatmış.Sırf karısı olduğu için torpil geçtiğini düşünmüştüm izlemeden önce.Ama yeterince tatmin edici buldum kendisini.Mad Hatter rolünde de yine Burton amcanın favori oyuncusu Johnny Depp var.Oyunculuğuna laf söyleyecek değilim.Hatta Pirates of Caribbean : The Curse of the Black Pearl filmindeki rolüyle oscar adayı gösterildiğinde onun alması gerektiğini düşünüyorum.Muhteşem bir oyuncu.Ancak bu rolün adamı o olmamalıydı.Jim Carrey olsa kusursuz otururdu diye düşünmekteyim.White Queen rolünde de son yılların parlayan yıldızı Anne Hathaway var.Yapım büyük olabilir,film önemli olabilir,görsellik açısından sinema tarihinin kilometre taşlarından biri olabilir.Ama Anne Hathaway bu filmle zaman kaybetmiş sanki ; başka projelere yönelip daha çok kendisini,yeteneğini,kamera önünde ışıldayışını gösterseydi daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum.Dikkatimi çeken bir oynculuk da -daha doğrusu seslendirme- Cheshire Cat'i (gülümseyen kedi) seslendiren Stephen Fry oldu.Ses tonunun oturaklılığı,dolgunluğu çok etkileyici.Kıskandım açıkçası.Assolisti sona saklamayı tercih ettim.Alice rolündeki Mia Wasikowska'yı daha önce izlediğim herhangi bir diziden ya da filmden hatırlayamadım.İmdb amcaya sorduğumda da hafızamın beni yanıltmadığını gördüm.Tim Burton'ı bu konuda kutlamak gerek.Alice'i olması gerektiği gibi oynayacak oyuncuyu bulmuş.Özellikle mimiklerini kullanışına hayran oldum.Zaten -büyük ihtimalle bu filmden sonra- 2011 yılında vizyona girecek olan ve çekimleri bu aralar devam eden Jane Eyre filminde de başrolü kapmış.Uzun yıllar boyu oyunculuğunu daha da geliştirerek sergilemesini umut ediyorum.

Sonuç olarak aslında söyleyecek pek fazla söz bırakmadım.İzleyiniz efenim.