26 Mart 2010 Cuma

Lady Gaga - The Fame Monster

2 gün sonra 24'ünü dolduracak olan bu çılgın hatun gerçekten güzel bi albüm yapmış.2009'un son çeyreğinde çıkan bu albümün kritiğini şimdi yapıyorum.Çünkü ben yeni indirip dinledim.Ne yalan söyleyeyim Poker Face harici hiçbir şarkısını bilmiyodum.Dinlemeye bile tenezzül etmemiştim.Demek ki neymiş? Önyargılı olmamak lazım imiş.

Aslında ilgimi çekmesini şu blog yazısıyla sağlayan Gizem Kaymakoğlu'na teşekkürü borç bilirim.Bu ne kadar güzel bir sestir şaştım kaldım.Duptıs çıstak müzik diye dalga geçtiğim tekno müziğin hakkını vermiş gerçekten.Ayrıca sesinin berraklığına da hayran kaldım.Hele ki klipte hapisten çıkma sahnesinde Michael Jackson figürü yaptı ya,beni benden aldı.Madonna ve Michael Jackson'dan etkilendiğini de kendisi belirtmiş zaten.

Rocker'ım diye ortalıkta dolanan ben gibi biri bile bu albümü severek dinliyorsa herkese hitap ediyor denebilir.2 CD'lik bir albüm.En sevdiklerim de Alejandro,Telephone ve Eh eh oldu.Siz de dinleyin bu çatlak hatunu.

22 Mart 2010 Pazartesi

Ejderha Dövmeli Kız

Şurda bahsettiğim bu sürükleyici kitabı yeni bitirdim.İlk kez bi kitap hakkında yazıcam.Okuduktan sonra araştırma yaparken filminin de çekildiğini öğrendim.Şöyle bi göz gezdirince kitapla uzaktan yakından alakası olmadığını gördüm.Sonradan farkettim ki sanırım benim bulduğum film hikayenin ikinci kısmı imiş.Ama yine de en yakın zamanda ilkini de bulup ikisini de izlicem.Neyse,konumuz bu değil.

Kitap ufak ama ilginç bir gizemle başlıyo.Sonrasında ana karakterler olan araştırmacı gazeteci Mikael Blomkvist ve özel bir şirkette canının istediği gibi serbestçe araştırmacı olarak çalışan Lysbeth Salander'i tanıtan,yolların nasıl kesişeceğini az çok tahmin etmeyi sağlayan kurguyla devam ediyo.Blomkvist'in özel olarak aldığı iş 60'lı yıllarda tek bir iz bile bırakmadan ortadan kaybolan o zamanların sanayi devi Henrik Vanger'in yeğeni Harriet Vanger'in başına ne geldiğini öğrenmek.Ve bu iş için Henrik Vanger'den akla zarar bir ücret alacak.Yarı gönüllü yarı gönülsüz başladığı bu işe ne kadar bağlanacağını hiç hayal etmemişti en başında.

İlk başlarda biraz sıkıcı gelebilir.Çünkü hikaye İsveç'te geçtiği için isimler biraz karışık.Hatta karman çorman.Sıkça "Bu kimdi yahu" demeniz mümkün.Ama üslup gayet sade ve anlaşılır olduğu için bi süre sonra alışılıyo.Kurgu gerçekten güzel.Olayların sonuna kadar tahmin edilemez bir şekilde ilerliyo.Kitabı okumak için en yeterli sebep ejderha dövmeli kızımız ; yani Lysbeth Salander.Kusursuz bir görsel hafızaya sahip,içine kapanık,yabanî denebilecek biri.15 yaşında gösteriyo.Özgürlüğüne düşkün.Bu uğurda özgürlüğünü kısıtlayıp kendisine tecavüz eden vasisini ölümle tehdit edecek kadar,gizli görüntülerini çekip şantaj yapacak kadar da gözüpek.Sadece okurken bile çekiciliğine kapılmamak elde değil.

Kitabın kalınlığına bakmamak gerek,2 günde bitiyo.Kitapçımın verdiği bilgiye göre 3 kitaplık bir serinin ilk kitabı imiş.Şimdi işin yoksa diğerlerinin çıkmasını bekle...

21 Mart 2010 Pazar

Sherlock Holmes

Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biri olduğunu belirtmeliyim.Son yıllarda kötü zamanlarını atlatıp yeniden parlamaya başlayan Robert Downey Jr.'ın oyunculuğunu tam anlamıyla konuşturduğu bir yapım olmuş.Jude Law'un çekiciliği bile yetecekken o da çok iyi bir oyunculuk sergilemiş.Rachel McAdams'dan bahsetmeye bile gerek görmüyorum.Güzelliğini ve mimiklerini ustaca kullanmış.Benim Hancock'dan hatırladığım Eddie Marsan da Komiser Lestrade rolünde gayet başarılı.Guy Ritchie'nin yönettiği film zaten 2 dalda Oscar adayı oldu.

Filmin konusu ise şeytanvarî kötülüğe ve -sözde- gizemli güçlere sahip Lord Blackwood'un (Mark Strong) önce ingiliz parlementosunun,sonra da dünyanın kontrolünü eline geçirmeye çalışması ve Sherlock Holmes'ün onu durdurmaya çalışması etrafında dönüyor.Filmde ayrıntılara verilen önem göz doldurmakta.Neredeyse kusursuz dedektif Holmes'ün gözünden bir şeyin kaçtığını ne yazık ki göremiyorsunuz filmde.Neredeyse kusursuz dedim,çünkü tek zaafı Irene Adler.Dünyanın en iyi dedektifinin zayıf noktasının da profesyonel bir suçlu olması da ayrıca eğlenceli olmuş.Senaryonun işlenişi aslında izlerken tam da beklediğiniz gibi ilerlese de hiç sıkıcı değil.2 saatten biraz uzun olan film göz açıp kapayıncaya dek bitiyor.Tekrar tekrar izlemek isteyebilirsiniz.

Misyon ~ Vizyon

Aslında hep aklımın bi köşesinde böyle müzikle,sinemayla,kitaplarla,yayınlarla ilgili bi blog yapmak vardı.Ama ilk blogu açarken de olduğu gibi çekincelerim vardı.Ailem ve yakın arkadaşlarım bilerek ya da bilmeden beni ikna etti.Özellikle pek de kolay beğenir olmayan annemin üslubumu beğenmesi bu blogu açarken beni en çok gaza getiren unsur oldu.Yazar olmanın hala zor olduğunu düşünüyorum.Blog açmayla yazar olunmuyo.Gerçekten bunu iyi yapanlar var.Saygı duyduklarım var.Bi yandan da iki üç film izleyen,bikaç kitap okuyan "ben kültürlendim,her poka ahkâm keserim" ayağına girmiş.Diğer blogu açarken de olduğu gibi "benim neyim eksik" dedim.

Bu blogda yazacaklarım kısaca izlediklerimle,dinlediklerimle ve okuduklarımla ilgili olucak.Sade,anlaşılır ve tamamen subjektif.Bikaç gün önce birkaç yazarla birlikte açmak istiyodum.Ama subjektif olcaksa tek olmak daha iyi."artize bak,iki üç yazı yazdı biyeri kalktı" diyenler de olacaktır.Olursa olsun,ne çeşitler görüyorum ben.Gösteriş olsun diye,kendini bi haltmış gibi gösterip hava yapmak için yazmıyorum en azından.İt ürür,kervan yürür.Ben işime bakarım.