20 Mayıs 2010 Perşembe

Alice in Wonderland

Aslında şu hani bazılarının takık olduğu Tim Burton amcayı pek sevmem.Filmleri abartılı gelir gözüme,samimiyetsiz bulurum.Sevdiğim birkaç filmi vardır.Big Fish,Mars Attacks,Planet of the Apes gibi.Çoğu filmi gereksizdir gözümde.Ama bu filmi gerçekten beğendim.

Konu bildiğimiz,çocukken hepimizin okuduğu kitapla örtüşmekte.Artemisia'nın da dediği gibi bazı karakterlerin üzerinde gerektiği kadar durulmadığını düşünüyorum.Tamam, Tim Burton yeterince hayalperest olabilir.Filmi yapmadan önce belki bin kez kitabı okumuştur,ezberlemiştir.Ama sanki kitabı okuyan çocukların Wonderland'i ve karakterlerini hayallerinde nasıl canlandırdıklarını araştırsa daha verimli olabilirdi.En azından ben olsam öyle yapardım.

Kadroya baktığımızda Tim Burton biricik karısı Helena Bonham Carter'ı Red Queen rolünde oynatmış.Sırf karısı olduğu için torpil geçtiğini düşünmüştüm izlemeden önce.Ama yeterince tatmin edici buldum kendisini.Mad Hatter rolünde de yine Burton amcanın favori oyuncusu Johnny Depp var.Oyunculuğuna laf söyleyecek değilim.Hatta Pirates of Caribbean : The Curse of the Black Pearl filmindeki rolüyle oscar adayı gösterildiğinde onun alması gerektiğini düşünüyorum.Muhteşem bir oyuncu.Ancak bu rolün adamı o olmamalıydı.Jim Carrey olsa kusursuz otururdu diye düşünmekteyim.White Queen rolünde de son yılların parlayan yıldızı Anne Hathaway var.Yapım büyük olabilir,film önemli olabilir,görsellik açısından sinema tarihinin kilometre taşlarından biri olabilir.Ama Anne Hathaway bu filmle zaman kaybetmiş sanki ; başka projelere yönelip daha çok kendisini,yeteneğini,kamera önünde ışıldayışını gösterseydi daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum.Dikkatimi çeken bir oynculuk da -daha doğrusu seslendirme- Cheshire Cat'i (gülümseyen kedi) seslendiren Stephen Fry oldu.Ses tonunun oturaklılığı,dolgunluğu çok etkileyici.Kıskandım açıkçası.Assolisti sona saklamayı tercih ettim.Alice rolündeki Mia Wasikowska'yı daha önce izlediğim herhangi bir diziden ya da filmden hatırlayamadım.İmdb amcaya sorduğumda da hafızamın beni yanıltmadığını gördüm.Tim Burton'ı bu konuda kutlamak gerek.Alice'i olması gerektiği gibi oynayacak oyuncuyu bulmuş.Özellikle mimiklerini kullanışına hayran oldum.Zaten -büyük ihtimalle bu filmden sonra- 2011 yılında vizyona girecek olan ve çekimleri bu aralar devam eden Jane Eyre filminde de başrolü kapmış.Uzun yıllar boyu oyunculuğunu daha da geliştirerek sergilemesini umut ediyorum.

Sonuç olarak aslında söyleyecek pek fazla söz bırakmadım.İzleyiniz efenim.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Fourth Kind

Gelelim sevmediğim bir film türüne.Korku.Neden sevmiyorum? Çünkü küçükken izlediğim Chucky,Elm Street gibi filmlerden aldığım tadı alamıyorum.Yaşla da ilgili tabii ki.Korkutamayıp sıkıyolar anca.

Senaryo gerçek röportajlardan yola çıkarak oluşturulmuş.Gerçek olay diyemiyorum ; çünkü pek inanmıyorum.Mantığım inanmamı engelliyo.Hele de Paranormal Activity'den sonra amatör çekimlerin yer aldığı filmlere karşı bir önyargı oluştu içimde.

Kadroya bakalım.Röportajların büyük kısmını veren psikolog Abbigail Emily Tyler rolünde Milla Jovovich var.Tek başına bir filmi izlemek için yeterli sebebi oluşturmakta kendisi.Özellikle kızının kaçırıldığı sahnedeki oyunculuğu beyaz perdede sadece güzelliği sayesinde olmadığını gösteriyor.Sheriff August rolünde Will Patton var.Kendisini The Punisher'daki Quentin Glass rolüyle hatırladım ben.Oyunculuğu yeterli,tatmin edici.Dr Tyler'ın meslektaşı ve arkadaşı Abel Campos rolünde de Elias Koteas'ı görüyoruz.O da Shooter'da derin devletin kötü adamlarından biri olan Jack Payne rolüyle hatırlatıyor kendisini.Psikolog rolünde daha çok beğendim.

Film gerçek olduğu iddia edilen olayları anlatmakta.Bazı sahnelerin polis ve psikolog kameralarıyla kaydedilmiş orijinal görüntüleri de filmde gösteriliyor.İnandırıcılığı arttırmak için olduğu açık.İnanıp inanmamak size kalmış.Ama işin o boyutunu gözardı edersek izlemeye değer bir film.

2 Mayıs 2010 Pazar

Precious: Based on the Novel Push by Sapphire

İşte gerçekten muhteşem bir film.Yürek burkan,insanın içini sızlatan bişe.

Kadroya bakalım önce.Rol seçmelerinde tam hatırlamıyorum ama çok kişi arasından seçilen Gabourey "Gabby" Sidibe , Claireece "Precious" Jones rolüyle yılların tecrübeli oyuncularına taş çıkarmış.Mimiklerini,ses tonunu kullanışı kusursuz neredeyse.Hayran kaldım.The Blind Side'ı izlemedim henüz,yani Sandra Bullock'un rolünü görmedim ama -bence- Oscar'ı almalıydı.Annesi Mary rolündeki Mo'Nique ise hayli başarılı.Heykelciği de boşuna almadı zaten.Bir komedyenin nasıl drama oynayabildiğinin dersini veriyor.Ms. Rain rolünde Paula Patton da çok başarılı.Güzelliğini yerinde kullanışıyla göz kamaştırıyor filmde.İki de sürpriz isim var.Bunlardan biri sosyal yardım uzmanı Mrs. Weiss rolündeki Mariah Carey.3 sahnede yer almasına rağmen başarılı buldum.Diğer sürpriz de hemşire John rolündeki Lenny Kravitz.

Hikayeye dönelim.İnanılmaz bir trajedi barındırmakta.16 yaşında ve parlak bir zekası olmayan bir kızın katlandığı bunca şey insanın tüylerini ürpertiyor.Acılarından hayallerine sığınmaktan başka bir şey gelmiyor elinden.Ensest sapık ve tecavüzcü bir baba ona down sendromlu bir kız vermiş.İkinciye de hamile.Annesi ise kocasını kızından kıskanıp kızına karşı davranışlarında acımasızlığın sınırlarını zorluyo.

Daha fazla spoiler vermek istemedim.Ama gerçekten izlenmesi ve ders alınması gereken bir film.